28 Eylül 2009 Pazartesi

kızlarla atlantis :)

Hilal ile daha önceki aktivitelerimizi yazmıştım buraya
çok seviyorum çocuklarla birşeyler yapmayı
bayramda dedemleri ziyarete gittiğimizde herkes oradaydı, bir baktım Hilal (amcamın kızı, kuzenim aslında :) ama 8 yaşında) ve Tuana (o da aynı yaşta olduğum kuzenimin kızı, ne tuhaf di mi :) o da 7 yaşında) dibimden ayrılmıyorlar, hayırdır inşallah dedim, sabredemediler zaten eee ablaa biz sana bişey sölicektik diye ilk adımı attı Hilal, başka bir odaya beni götürdükten sonra nefes almadan ikisi birden konuşmaya başladılar, hani sen bizi Atlantis'e götürecektin, okullar açılmadan gidelim mi, mesela senin de işin yoksa bu Pazar günü diye susmadan konuştular, ben hemen Burak'a seslendim bizim maç ne zaman ve nerede diye, Cumartesi Antalya'da deyince tamamdır dedim annelerinize sorun tamam derlerse gidelim, ikisi birden odadan fırlayıp annelerine koştular :)
tamam dedik


üçümüz gitmeye karar verdik, ikisine birden bakabilecek misin dediler yok artık dedim onların bakılacak hali mi var, bu arada benim otomobilim yok, dedim hanımlar kusura bakmayın otobüs ile yolculuk edeceksiniz ben anne babanız gibi arabayla götüremem sizi her yere, hiç problem diiil, nolcak ki gideriizz gibi kafa sallamalarla pürüz mü bu yahu dediler adeta :)

cuma'dan kalma tatsızlığımla Cumartesi gününü işte yoğun geçirip kendimi eve zor attım, eve gider gitmez de uyudum, arada telefon edip saati kararlaştırdık

vee oldu Pazar

sabah 10:00 gelmiş, bizim evin karşısında hazır bekliyorlardı. Buluştuk ve atladık otobüse, bıcır bıcır sürekli konuştular, kızlar biraz alçak sesle konuşun etrafı rahatsız etmeyelim diyorum, 2 dk sonra gene car car başlıyorlar, hayır ben de gülüyorum o kadar komik o kadar masum şeyler anlatıyorlar ki, yok bahçede solucan çıkmış, Tuana hiç korkmadan eline almış, gözlerini kocaman açıp anlatıyo ama bi kere yanlışlıkla kafasını kopardım :) Hilal de bi kere bahçedeki toprakla oynarken avucunda toprağı yuvarlamış içindeki solucanı farketmemiş zavallı hayvan top gibi olmuş, ama sonra Hilal onu ip gibi düzeltmiş, sessiz gülmekten nefes alamadım bi an :) bu arada pazarlıklara başladık, abla her şeye binebilecek miyiz, kaç kere bincez, erkenden çıkmıcaz di mi, dedim istediğiniz her şeye, istediğiniz kadar binebileceksiniz, sınırsız. Aynı anda çığlıklar atarak yan koltuğumda otururken üstüme atladılar, sarılmalar, öpmeler, kahkahalar :)

neyse sıra geldi metrobüse binmeye, dedim ki bu otobüs çok hızlı gidiyor, olleeyy dediler, tabi bindiğimiz metrobüs zaman zaman öndeki otobüslerle tren misali dizilince, bizim minikler avaz avaz sordu "ee ablaaa hani bu otobüs hızlı gidiyo duu baksanaaa vızır vızır geçiyo diğer arabalar yanımızzddaannn" :) şoför de dahil herkesin duyabileceği bir şekilde :) halbuki bomboş otobüste oturarak yolculuk ettiler hiç farkında değiller :)



neyse mecidiyeköy'de indik ve yürümeye başladık, cevahiri görmeleriyle beni çekiştirip hızlı yürümeye başlamaları bir oldu. Koşar adım girdik içeri. Bu arada gidene kadar plan yaptılar, korku tüneline gircez tamam mı, hiç korkacak bişey yok, birbirlerine gaz veriyorlar resmen :) plastik abla plastik onlar diye ellerini açıp anlatıyo Hilal :) çok seviyorum ben bu kızları yahu :)


Biletlerimiz aldık, dediğimiz gibi her şeye bindik, bazılarına bizim cüce Tuana binemedi :( pek üzülmedi ama Hilal çılgın köpekbalığına bindiğinde de böyle baktı :(



ben daha çok üzüldüm, Birkan abisi son derece işine hakim, çocuk ruhundan anlayan ve profesyonelce durumu idare etti, hem 2 parmak bişey kalmış Tuanacım binmene, bence sen karneni aldığın yarı yıl tatilinde buna binecek kadar büyümüş olursun, yine gelirsin o zaman dedi, hemen inandı o da, tamam o zaman dedi, güldü yüzü :) ben Tuana'yı doğduğu günden beri çok beğenirim, severim demiyorum dikkat, çünkü hepsini aynı severim hiç ayırmam, ne bileyim Tuana'nın yüzü çok güzel gelir bana, çirkin çocuk yoktur elbette ama çenesi, o gözleri, minyon tipi bayılırım, hatta bana benzetiyorlar şimdi onu :)


Çarpışan arabalara böyle binemediler tabi, bu durum sadece fotoğraf için, Hilal tek başına binebiliyor ama Tuana bir yetişkin eşliğinde binebilirmiş. Tesis kuralları çok açık ve bir bir uygulanıyor, istediğiniz kadar ağlayın, sızlanın, tartışın, görevlilerin cevabı kesin ve net. Bu durum elbette ki çok hoşuna gitti, görevli açıkça söylüyor bu kural sizin çocuğunuzun güvenliği için konuldu diye.. Direksiyon olan tarafa bile oturamıyor ufak çocuklar, ben oturdum ama direksiyon Tuana'daydı. Aslında ben her ne kadar emniyet kemeri olsa da direksiyonu bırakıp onu tutarak bir nevi emniyet kemeri oldum :) ben bile çok eğlendim, O kadar araba içinden Hilal'i bulup çarptığımızda üçümüz de deli gibi kahkahalar attık.


Korku Gemisi'ne (kızların deyişiyle korku tüneli) girdik, o kadar motivasyona rağmen daha koltuklara oturduklarındai yüz ifadeleri böyleydi :) fazla gülemedim de moralleri bozulmasın diye, içeride fotoğraf makinesinin ışığından yararlandık, zifiri karanlık çünkü, çok enteresan çocukların ruh hali, hem korkuyorlar, hem istiyorlar, hele çıkış kapısına gelince bir zafer edası, ay nolcak bir kez daha gireriz havaları, ama girerken yine tedirginlik...


oradan çıkınca istikamet ahtapot, erken gittiğimiz için tesis boştu, süperdi tabi bu hali, sıra falan beklemeden herşeyden yararlandık, ahtapota giden yol geniş bir alan, normalde hiç elimi bırakmadan yürüyorlar, hepimiz annelerden tembihliyiz, ama ben bazen bu kuralı uygulamayabiliyorum, bomboş bir yolda yürüyorsak ve etrafta tehlike yoksa burada elimi tutmadan önümden yürüyebilirsiniz diyorum, neyse o alana geldiğimizde, yaris ! önce kim gidecek ! deyip koşmaya başldım, tabi elimdeki çantanın ağırlığını bahane ederek geride kaldım, bu cadılar koşa koşa gittiler, nasıl gülüyorlar nasıl heyecanlilar :) Hilal 1. oldu Tuana 2. ben de 3.
yalnız omuzda çanta, kızların montları bir elde fotoğraf makinesi zormuş, cambazlık isteyen işler bunlar, annelere saygılar :)


zaman geçti hadi dedim yemek saati, pek istekli değillerdi ama itiraz sonucunda tamam bitti eve o zaman demek var, demem gerçi de onlar öyle bir ihtimal olduğunu biliyorlar, yemeklerimizi yedik, Hilal tamamını bitirmedi ama olsun, aynen kaldığımız yerden eğlenceye devam, gerçekten her şeye (minik arabalar dahil) birer kez daha :) dalgasından gezgin zımbırtısına kadar... aa bi de demezler mi bu minik arabalar bebekler için, ikisini de mıncıkladım bi süre :)




o kadar şeker arasından macunu seçti küçük hanımlar, artık saat 16:00 oldu, hadi dedim ufaktan çıkalım, anneleriniz 17:00 gibi burada olun dedi, daha banyo yapacakmışsınız, erken yatacakmışsınız, yarın okul var, yaa tamam seda abla 1 taneye daha binelim nolluuurr deyip ikisi de zıp zıp zıplıyo. Kızım diyorum deli misiniz benim elimde değil anneleriniz oyle dedi :) baktım gözümün içine bakıyorlar, aman yaaa kızarlarsa kızsınlar benim üstüme atın suçu ben de size atarım, koşun çarpışan arabalara diyorum hürraaaa çığlık kıyamet koşuyoruz :)



artık tamam, zaten kalabalık oldu, sıra bekleyerek vakit kaybediyoruz hadi dedim, yorulmuş olacaklar ki tamam dediler, tam yukarıya çıktık, böyle yerde digital bişey, üzerine basıyorsun, kafaları ezip puan topluyorsun sesli, renkli acayip güzel bişey,




çok eğlendiler bunda da,





futbol bile oynadılar :)



vee kapıdan çıktık, saat 16:45, dedim biz yandık, atlayın taksiye, kahkahalarla ortak oldular bu paniğime, doğru metrobüs başlangıç istasyonuna, bindik, şansımıza boştu yine, en arkaya oturduk, biri bir bacağıma diğeri bir bacağıma kıvrıldılar hemen, bi baktım uyumuşlar, eyvah dedim, yanımıza oturan bir teyze benim çocuklarım zannetti, ne güzel gezdiriyorsun çocuklarını dedi,

gülümsedim :)
evet sadece gülümsedim,
hiç demedim onlar benim yeğenim,
hoşuma gitti
keşke dedim içimden
keşke benim de böyle çocuklarım olsa



kısacası acayip güzel bir gün geçirdim
ne cuma akşamından içimde hissettiğim o kıymık batması ne de nefes alamamak
hiçbiri yoktu Pazar günü, gece yatağıma yatana kadar...

kesinlikle...



kadınlarla erkeklerin beyni aynı çalışmıyor, kesinlikle...

o kadar eminim ki o kadar olur......



nasıl bu kadar kör, nasıl bu kadar iyi niyetli olabiliyorlar anlamıyorum
tamamen iyi niyetli bir cümle diye yorumlayıp geçip gidebiliyorlar
sen gerçek anlamını anlatınca da "hadi canım sende" oluyor hemen
abartan, art niyetli olan, kötü düşünen sen oluyorsun
onlar arkadaş ! hatta melek hatta ve hatta mağdur

ölür müsün öldürür müsün

hani şu geyik var ya "... bunu beğendi"
onu bi yere yapmamak için zor tutuyorum kendimi

ya sabır diyorum kızım düşürme kaliteni :)

26 Eylül 2009 Cumartesi

çok komik yaaa



hani dedim ya göğsümün üstünde bir ağırlık var, nefes alamıyorum
yetmiyo aldığım nefes
sanki daha da fazla alabilirmişim gibi geliyo, ama yapamıyorum
sigara falan da içmiyorum

ee neresi komik

depresyon belirtisiymiş

bi bu eksikti

hiç uzun sürmesin zaten


bütün herşey kursağımda kalsın
sevincimi bile yaşayamayayım ben
illaki bir engel, biri, bişey çıksın
of ya oooffff


o kadar nefret ediyorumki bazı hemcinslerimden
anlayamıyorum amacı, hedefi
ne olmaya çalışıyorlar, kendilerini nereye koymaya çalışıyorlar
etrafında çok erkek arkadaşı olunca nasıl görüyorlar acaba kendilerini aynada
benim yorumladığım gibi görseler keşke
hayır bişey dediğim yok, Allah onlara da sevecekleri/sevilecekleri birini nasip etsin, etsin dee bi rahatlasınlar

bi laf edersin, hemencecik mağdur olurlar
ama ben bişey yapmadım kiiii
ay yanlış anladıııınn
acıklı bir ses tonu
bi onlar akıllıdır karşılarındaki salak


hey Allahım yaa aklıma mukayet ol


yorumlardan birinde birisi satır arasında nazar demişti galiba...

25 Eylül 2009 Cuma

iyi ki doğdun sevgilim

gece tam 00:00'da aradım
sesini duydum
iyi ki dedim iyi ki doğmuşsun

şaşırdı saate
güldü hemen
çok hoşuna gitti

yattım yatağıma düşündüm
neler atlattık
ne gelgitler
ama hiç aklımdan bile geçirmedim ondan vazgeçmeyi
seviyorum yaa dedim
aşığım ben onaaa diye isyan ettim eleştiren herkese
çıkmasın hayatımdan dedim hiç çıkmasın

bizim bir başlangıç tarihimiz yok
çok enteresan başladığı için :)
gizli, saklı..
en yakınlarımıza bile söylemeden
bana göre Şubat 2007'den beri :)

iyi ki benim sevdiğim adamsın
iyi ki de doğmuşsun
canımsın...

24 Eylül 2009 Perşembe

özledim


Sevgilim uzaklara gitti yine

Diyorum ya olsun gitsin, özlüyorum, gelince sarılıyorum kocaman, onu özlemeyi de seviyorum.

Ama özlemem için bu kadar uzaklara gitmesine gerek yok ki, ben onu yan odadayken bile özlüyorum. Zaten bu yaz koskoca 2 ay onu özlemekle geçti ya neyse…

Bayram gitmen lazım diye biletini alıp postalayan benim gerçi, o yüzden hiç sızlanmaya hakkın yok diyor bana :)

Çok komikti ama bilet olayı, her zamanki gibi son dakika adamı olduğu için ne bilet almış ne bişey
gidicem… ee ne zaman… bilmem, bilet bulunca...
Pazar günü oturuyorum pc başına, aynı günün akşamına bilet bakıyorum, bulduğum 21:45 otobüsünü beğenmiyor, sebep belli, gece 12 otobüsü falan olsun o da maça gidebilsin… İyi ki Harem yakın stada, maçtan çıkıp hemen gitmiş. Şu uçak fobini yensen de rahat rahat gidip gelsen her yere diyorum, yok diyor iyi böyle...

Hadi gelsiiinnn

oyuncaklar...


Günlerdir yazmaya çalıştım aslında ama, bağlantılar sayesinde pek mümkün olmadı…
Sevgili Emine’nin bahsettiği ve sevgili Elçin’in hadi diye herkesi deyim yerindeyse dürtüklediği bir şey oldu, detaylar kızların bloglarında, bi daha bi daha yazmayayım ama bu desteğe ben de kayıtsız kalamadım, aslında kararsızım yazsam mı yazmasam mı diye ama yayınlamam eleştiri yorumlarını, yazıyorum :)
Hani ben Lösev’den bahsettim ya bu yazımda, ona bazı yorumlar geldi hem yapılan iyilik söylenmez diyorsun hem de yazıyorsun, sizin ki de blog yazıyla dolsun çabası diye… Çok üzülmedim aslında, çünkü benim buraya yazmamdaki tek amacım hakkımda da belirttiğim gibi “Yaşadıklarımı, duygularımı, düşüncelerimi, hissettiklerimi bir yere not edeyim dedim, buradayım” bu kadar, ne moda bloguyum ne mesleki yazılar içeren bir blogum. Neyse takılmadım diyorum ama bundan sonra dikkatli olurum dedim kendi kendime..
Bu hastanedeki yavrulara da oyuncak gönderdik, gönderdik diyorum çünkü oyuncaklar Pınar'ın, kolileyen annem, arada da ben :) Pınar’ın kolilerce oyuncağı var evde, hani şu kepçe ile peluş oyuncaklar kazanılan makineler var ya onlardan kazandığı, annem delirmişti nereye koyacağım ben bunları diye, bu da üşenmeyip hepsini şeffaf poşetlere koyup kolilemişti. ben evde bahsedince annem hemen atladı bu fikre hadi pınara sor gönderelim dedi, Pınar da ok deyince gönderdik hepsini İzmir’e. Doktordan da onay aldıktan sonra ama, tüylü oyuncaklar tedavi süresince belki yasaktır dedik ama değilmiş. Fotoğraf çekmeyi çok isterdim ama dedim ya yazmaya bile çekiniyorum o yüzden fotoğraf falan çekmedim…
Ulaşıp ulaşmadığını da bilmiyorum henüz..
Ama yine de böyle birşey yaptığımız için çok mutluyduk, o dediğim hafifliği hissettim yine :)
Sebep olduğun için teşekkürler Emine...

17 Eylül 2009 Perşembe

göğsümün üstünde bir ağırlık var


sanki böyle biri oturmuş
zor nefes alıyorum
ağırlık var dünden beri

Allah'a şükür bi sorun yok, kafama taktığım bişey yok, bir sıkıntım yok
neden oldu böyle

yeni birşey heyecanlandırdı beni acaba o yüzden mi diyorum
e niye zorlasın ki böyle
uçuyor olmam lazım

iyi ki sevgiliyle aramız gayet iyi, görüşememek dışında bir sorunumuz yok :)
ama onun smsleri bile bu ağırlığı yok etmiyo işte...

tereddütte miyim acaba ?
yoksa hayal kırıklığı mı ?
birisine kızgınlık mı ?
yoksa hepsi mi ?
bilemedim
hayır olsun diyeyim...

ooofffff yazamıyoruuuummmm

ne bu beeee
niye girilemiyo günlerdir blogspota

uuuffffffff
sinir

11 Eylül 2009 Cuma

yeni cicim

heheh
kendime hediyelerim bitmiyor
bi de mücevher sektöründe olunca maaş almadan şirkette kalıyor ama napiiim
çok beğendim bunun pembe taşını

bi de moda olan rose altından olunca kaptım hemen
:)
alıştılar buradakiler her gördüğüm şeye banaa ? dememe
güzel ama di mi ?

10 Eylül 2009 Perşembe

yılmaz özdil






bir kez daha hayran kaldım adama
aa hala şoktayım
:)
sabah Onur mail atmış yazısını, zaman zaman yapar böyle beğendiği yazıları fw eder bize..
netten gazetede bir kez daha okudum hani tam sol üst köşede mail adresi vardır ya yazarın, tıkladım oraya outlookta açıldı hemen, ben de yazısına teşekkür edip ellerinizden öpüyorum dedim, sağ olun, birileri yazınca yüreğime su serpiliyor dedim, 3-5 cümleden oluşan çok kısa bir yazıydı,
az önce mailime yanıt verdi,
siz de sağ olun,
Yılmaz
diye
bu nasıl bir incelik,
seviyorum seni Yılmaz Özdil
:)

9 Eylül 2009 Çarşamba

ben bu saatte evde ?


zorunlu tatil...
sabahtan beri sinirlerimi bozan haberler...
saat 8 de evden çıkıp 11 de işe gidebilmem...
giderken yolda o sel denen şeyi gözlerimle görmem...
işe gidince 3 metre uzağımda olan sel sularını görmem, korkmam...
ağlamamak için kendimi zor tutmam...
bildiğim tüm duaları o an yardıma muhtaç insanlar için okumam...
ihmali olan herkesi Allah'a havale etmem...
1'de işten çıkıp, eve gelip şükretmem...

hepsi bir kaç saat içinde oldu

gerçekten sinirlerim bozuldu, çok üzüldüm, tam havalimanı kavşağında bir fidanlık var ve lojmanları var 3 ya da 4 katlı apartmanlar, sadece en üst katları görünüyordu :( o evlerde olan çocukları düşündüm, sabahın köründe umarım kurtulmak için gerekenleri yapabilmişlerdir :( saat 13:30 gibi önünden geçtiğimde kurtarma çalışmaları devam ediyordu ve su hala sabahki kadar yüksekti
sonra kurtarma ekibindekileri düşündüm, hangi birine yetişsinler sonra onlara da acıdım..

sevgili Bellek Kutusu demiş; güya metropolde yaşıyoruz diye
doğru demiş, daha ne denir ki...

8 Eylül 2009 Salı

akıllı binaymış... peh

az önce sevgili kutuya yazdım, çok üzüldüm tabi başına gelene o ayrı
ona da dedim çalıştığımız yerlerin yönetimleri/işletme şirketleri dillerinden düşürmezler akıllı bina lafını, oldum olası deli olmuşumdur ya bu lafa

benim çalıştığım ve akıllı bina olduğunu yazılı-sözlü her ifadeye ekleyen yerde az önce elektrikler gitti hem de 2 kez
ve tam çalışırken benim pc kapandı
de lir dim
ha öyle miii dedim, dün kuruyemişçiden aldığım ve çantamda duran kabak çekirdeğini çıkarıp çitlemeye başladım
böyle akıllı binaya böyle akıllı çalışan
hıh

yemek yapmak...


pazar günüden beri yemek yapabilen, becerebilen, başarabilen herkesin önünde saygıyla eğiliyorum
- pınarcım yaa annemin yaptığı gibi olmamış bu çorba
- ay pınar beceremeyeceksin sen nohut pişirmeyi (ki gayet güzeldi)
demeyi bıraktım sonsuza kadar...
bırakmakla kalmadım yemek dersleri almaya karar verdim kendisinden :)

nereden mi çıktı bu,
şimdi efendim çok bilmiş ben, sevgilime ellerimle yemek yapmaya karar verdim, menüm belli, fırında köfte patates, pilav, salata...
iyi de ben köfte yoğuramam ki :) anneme bulaştım direkt, noolluuurr elleyemem ben kıymayı dedim, hemen yaptı tabiki, cumartesi akşamından köfteler hazır, attım onları pazar sabahı çantama koştum sevgiliye,
uyandırdım bi de onu, yeni aldığı gardrobu düzenledik bir güzel, kışlıklar yazlıklar ayrıldı, acayip güzel oldu, oruçlu oruçlu yoruldu biraz sevgili ama...

bu arada zaman geçiyor, iftara 2 saat var ama benim panik başlıyor :)
1 gün önce uygulamalı pilav pişirdim annemin direktifleriyle, bu arada sevgili bize geldiğinde annemin pilavına övgüler yağdırmıştı, annem de ona kendi yöntemini tarif etmişti, yıllardır tek başına yaşadığı ve güzel de yemek pişirdiği için kolay gelmişti sevgiliye...

neyse girdim mutfağa...
tepsiyi yağladım köfteleri ve patatesleri dizdim, fırına attım dereceyi de 140'a ayarladım. Sevgili o patatesler öyle pişmez dedi, annem öyle pişiriyo ve gayet güzel oluyo dedim bilmiş bilmiş, sonra baktım köfteler hafif renk değiştirdi ama patatesler çiğ çiğ duruyor, üşenmedim topladım küp doğradığım bütün patatesleri tepsiden, bu arada acele ediyorum gelip görmesin gülmesin halime diye, yakalandım tabi..
neyse güldü, gülsün, haklı.. tam tepsiyi tekrar fırına attım bi baktı 140 dereceye ayarlı, bu böyle biraz zor pişer dedi itirazıma fırsat bırakmadan 300'lü rakamlara getirdi fırını, kem küm ettiysem de ona birşey demedim, hemen annemi aradım, e sabaha pişerdi 140'ta deyince, sustum, annem de güldü, o da gülsün...

köfteler biraz daha pişerken patatesleri kızarttım, tekrar köftelerin yanına koydum ve birlikte fırında pişmeye devam ettiler. Sosunu, üzerine koyacağım garnitürü, domatesi, biberi hazırladım bi köşeye koydum, sıra geldi pilava...

aynen annemin tarif ettiği gibi 1-2 saat önceden ılık suyla ıslattım, ama ıslatırken tuz atmayı unuttum, suyunu süzerken hatırladım, tencereye önce biraz margarin koyup onu eritip sonra zeytinyağı koyacaktım unuttum, aynı anda ikisini birden koydum ocağın altını yaktım, sonra pirinci koydum tencereye ve kavurmaya başladım, pirinçler kavruldu su koyma vakti geldi, aynı annemin anlattığı ölçüde sıcak su koydum, tuz attım çok az karıştırdım ve altını kıstım, bir çimdik toz şeker koy demişti unuttum, 1-2 damla limon sık demişti unuttum, neyse suyunu çekti daha önce yaptığım gibi oldu kıvamı altını kapattım...
sardım sarmaladım dinlenmeye bıraktım...
önceki gün anneme dediğim şey aklıma geldi, ayy evde yemek yapmayan kadınlar da pek tembelmiş canım, ne var yani pilav yapmakta, bak yaptım bile... eee güzelim niye böyle boncuk boncuk ter döktün o zaman dedim kendime

bu arada köfteler patatesler pişti, ılık sosunu da ekledim, üzerini de süsledim tekrar fırına... sos iyice kaynadı e artık pişmiştir dedim, ama yine de tüm utanmazlığımla gidip ya canım bi baksana pişmiştir di mi bunlar dedim, bitanem benim hiç mahçup etmeden beni gayet düzgün bir yüz ifadesiyle kalkıp baktı, tamam tamam olmuş dedi :)

sonra masayı hazırladım ve iftar vaktini bekledik, ama ben diken üstündeyim, gözünün içine bakıyorum, pilava anneninki gibi değil biraz daha kuru olmuş ama yine de lezzetli dedi, köfte patates için de çok güzel olmuş eline sağlık dedi, güldü
ohh be dedim, ne sancılıymış bu iş :)

canım benim, beğenmese bile sırf ben üzülmeyeyim diye beğendim derdi eminim..
bakalım, beni bir daha mutfağa sokmazsa gerçek yorumunu öğrenmiş olacağım :)

3 Eylül 2009 Perşembe

istanbul fashion days notlarım...


bi kere hiçbişey anlamadım ben bu işten

sürekli arka taraftaydım, onun davetiyesi, basının hediyesi, mankenlerin takacağı kanatlar derken koşturdum durdum

günler öncesinden hazırlandık, hatta defileden 1 gün önce mekana gittik, yanımda şirketten Uğur vardı, öldürdü beni gülmekten, o kadar komik yorumları vardı ki

bahçede oturduk bir süre, önümüzden geçen birisi için ya seda bu kız ilköğretim müsameresine mi çıkacak dedi önce, güldüm

başka birisi geçti yine bu da birazdan tiyatroda çocuk oyununa çıkacak palyaço herhalde dedi kız için, kıkırdadım şşttt sus duyacak dedim

bu ne şimdi moda mı diyo ikide birde, bazılarının ayakkabılarını beğendi ve beni son derece sıradan olan iş kıyafetim etek-gömlek ile günün en şık bayanı seçti, ki bence oradaki en vasat tiptim ben :)

defile öncesi ve defile sırasında arka taraftaki ortam çok hareketliymiş

bahar hanım son derece sakindi, bayılıyorum bu kadına ben, her şey çok güzel organize edilmişti,

hele eski dostlara rastlamak daha bi sürpriz oldu benim için, Hande'yi gördüm, Yazgülü Aldoğan'ın kitabının kapak fotosu için tebrik etmeyi unuttum, ama yeni projeler için sözleştik, İstanbul Life'ın bana göre en süperi Sami'yi de gördüm, e İstanbul Life dergisini de İstanbul'da yaşamayı bilenler çıkarmalı öyle değil mi, işte Sami de bunlardan biri...

defile çok başarılı geçti, hele de melek kanatlarının beğenilmesi bizim için daha da keyif sebebi oldu...

yanarım yanarım tek bir fotoğrafım bile yok o güne dair, bari Bahar hanımla olsaydı di mi :( ama aylardır birlikte çalış son gün o hengamede Bahar hanım fotoğraf de olacak iş mi...

demedim tabi..

öyle ya da böyle bir proje daha gerçekleşti, şimdi sıra insanların takabilecekleri takılarımızda bahar korçan imzasında....

1 Eylül 2009 Salı

dün akşamki pastam :)


dün akşam çook değişik bir pastam vardı :)
klasik pasta-mum-şak şak şak olayını sevmediğim için sevgili kardeşim ve eniştem bana sürpriz hazırlamışlar...

daha önce fotoğrafını görüp çok beğendiğim bişey

ba yıl dım :)

yalnız çok doyurucuydu, bitiremedik mesela :)
meyve üzeri erimiş çikolataydı veeee enfesti tadı


canlarım benim
çok teşekkür ederim :)

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...